İçeriğe geç

Kız çocukları neden diri diri toprağa gömülürdü ?

Kız Çocukları Neden Diri Diri Toprağa Gömülürdü? Tarihin Karanlık Aynasında İnsanlık

Bir tarihçi olarak geçmişe her baktığımda aynı gerçeği hissederim: tarih, yalnızca olayların değil, vicdanların da kaydıdır. Eski toplumların inançlarına, korkularına ve güç dengelerine yakından bakmak, bugünün dünyasında hâlâ süren adaletsizlikleri anlamanın en dürüst yollarından biridir. “Kız çocukları neden diri diri toprağa gömülürdü?” sorusu, bu açıdan hem tarihsel hem de ahlaki bir aynadır. Çünkü bu soru, insanın cehaletle, korkuyla ve güç saplantısıyla olan kadim mücadelesini hatırlatır.

İnanç, Korku ve Sahip Olma Arzusu: Cahiliye Döneminin Gerçeği

İslam öncesi Arap toplumunda, yani Cahiliye Dönemi olarak anılan çağda, bazı kabilelerde kız çocuklarını diri diri toprağa gömme (ve’d) geleneği yaygındı. Bunun nedeni yalnızca dinsel ya da ritüel bir inanış değil; aynı zamanda derin bir toplumsal korkuydu. Göçebe yaşamın hâkim olduğu, savaşların ve baskınların olağanlaştığı bir coğrafyada kız çocukları, zayıflık ve “namus riski” olarak görülüyordu. Erkek evlat, soyun devamı ve koruyucu güç sayılırken, kız çocuk “ağırlık” olarak algılanıyordu.

Bu bağlamda ve’d geleneği yalnızca bir barbarlık örneği değil, aynı zamanda patriyarkal düzenin korku politikasıdır. Kadın, henüz doğmadan, bir ahlaki tehlike olarak kurgulanmıştır. Bu durum, toplumun kendi güvenlik ve namus anlayışını ölümle koruma çelişkisini gözler önüne serer. Tarihçiler için bu, bir kültürel travmanın izidir — cehaletin, güç dengesizliğinin ve ataerkil zihniyetin karanlık buluşma noktası.

Tarihsel Kırılma Noktası: İslam’ın Gelişi ve Değerlerin Dönüşümü

7. yüzyılda İslam’ın doğuşu, Arap toplumunda yalnızca dini değil, etik bir devrim de getirdi. Kur’an’da “diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğunda” (Tekvîr Suresi, 8-9) ayetleriyle, insanlık vicdanına kazınan bu gelenek sorgulandı. Bu sorgu, yalnızca bir yasaklama değil; bir vicdan çağrısıydı. İnsan, artık sahip olduğu cinsiyetle değil, yaratılmış bir varlık olarak değeriyle anılmalıydı.

Bu kırılma noktası, Arap toplumunun tarihinde büyük bir toplumsal dönüşüm başlattı. Kadın; ekonomik, hukuki ve sosyal varlık olarak yeniden tanımlandı. Kız çocukları, artık utanç değil, rahmet olarak görülmeye başlandı. Tarihsel olarak bakıldığında bu değişim, yalnızca dini değil; insanlık onuru açısından da bir aydınlanmaydı.

Antik Dünyanın Benzer Yüzleri

Ne var ki kız çocuklarının değersizleştirilmesi yalnızca Arap Yarımadası’na özgü değildi. Antik Yunan’da, özellikle Sparta ve Atina’da, zayıf veya istenmeyen bebeklerin ölüme terk edilmesi olağandı. Roma İmparatorluğu’nda “pater familias” olarak bilinen baba, çocuklarının yaşamı üzerinde mutlak güç sahibiydi; doğan kız çocuklarını öldürmek veya satmak onun “hakkı” sayılırdı.

Benzer biçimde, Çin’de ve Hindistan’da yüzyıllar boyunca süren “erkek çocuk üstünlüğü” anlayışı, kız bebek ölümlerini olağanlaştırdı. Bu kültürel eğilimler, farklı coğrafyalarda aynı düşünsel kökten besleniyordu: kadının değeri, erkeğin sahipliğinde tanımlanıyordu. Dolayısıyla kız çocuklarının toprağa gömülmesi, aslında insanlığın kendi korkularına gömdüğü vicdanın metaforudur.

Toplumların Dönüşümü: Kadın Değeri ve Modern Paradokslar

Bugün artık hiç kimse kız çocuklarını fiziksel olarak gömmüyor; ama sembolik gömüler hâlâ sürüyor. Eğitimden uzak bırakılan, zorla evlendirilen, şiddet döngüsüne mahkûm edilen milyonlarca kız çocuğu, hâlâ “yaşarken gömülüyor.” Bu açıdan bakıldığında, geçmişle bugün arasında yalnızca biçim farkı vardır; zihniyet farkı henüz tam anlamıyla aşılmamıştır.

Toplumsal cinsiyet adaleti mücadelesi, bu nedenle modern dünyanın en önemli etik meselelerinden biridir. Bir toplumun ilerlemişliği, yalnızca teknolojik veya ekonomik başarıyla değil, kız çocuklarına verdiği değerle ölçülür. Tarihçinin görevi, bu değeri hatırlatmak; geçmişin gölgelerinin bugünün vicdanını karartmamasını sağlamaktır.

İnsanlık Vicdanı Üzerine Bir Sorgu

Kız çocukları neden diri diri toprağa gömülürdü?” sorusunu tarihsel bağlamında anlamak, aslında bir vicdan muhasebesidir. Bu soruya yanıt ararken, yalnızca eski toplumları değil, kendi çağımızı da yargılamamız gerekir. Çünkü biz de bazen, sessiz kalarak, görmezden gelerek, eşitsizliğe ortak oluruz. Ve bu sessizlik, bir çocuğun umutlarını toprağa gömmekten farksızdır.

Sonuç: Tarihten Günümüze Vicdanın Çağrısı

Tarih bize yalnızca neyin yanlış olduğunu değil, neyin mümkün olabileceğini de öğretir. Cahiliye döneminde diri diri toprağa gömülen bir kız çocuğunun sesi, bugün hâlâ duyuluyorsa; bu, insanlığın hâlâ öğrenme sürecinde olduğunun göstergesidir. Bu sesi susturmamak, geçmişin hatasını geleceğin erdemine dönüştürmektir.

Düşünsel Sorular

  • Bir toplum, kadınını toprağa gömerken aslında kendi vicdanını mı gömüyordu?
  • Modern çağda “gömme” biçimleri nasıl değişti?
  • Tarih, yalnızca hatırlamak için mi, yoksa insanlaşmak için mi vardır?

Belki de en doğru yanıt şudur: Tarih, toprağa gömülen kız çocuklarının sessizliğini, insanlığın vicdanıyla yeniden konuşturma çabasıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hipercasino şişli escort
Sitemap
prop money